Bilmem kaçıncı faydasız Filistin yazım
Peygamberimizin “Müminler bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir azasına bir diken batsa, bir ıstırap duysa vücudun her tarafı ondan rahatsız olur.” sözünü hiç işitmemiş, işitse de anlamamış gibi yatağa uzanmış uyumaya hazırlanıyordum.
Lefkoşa’da, acaba bu gece tepemize bomba düşecek mi gibi korkularımızın olmadığı şehrimdeki en büyük derdim yatak odasının kapısını açınca içeri dolan sinekler. Dönemin Kıbrıs Türkleri’nin ayyaş dediği Namık Kemal’e hayatı zindan eden Abdülhamid değil o sineklerdi.
Uzanmıştım.. Haberlere bakıp telefonu şarja takacaktım ki, kana boyanmış bebeğinin cansız bedenini kucağına alıp feryad eden bir baba gördüm. Yüzü bana dönüktü bebeğin, şayet yüzü olsaydı.
Başı gövdesinde olsaydı..
Baba, belinden, koltuk altlarından tutmuş kameraya ve etraftaki insanlara doğru öfkeyle bağıra çağıra sallıyordu bebeğini. Can yoktu ellerinde ama onu bile incitmemeye çalışıyordu. Yok olanı incitmemeye çalışmanın ne demek olduğunu iyi biliyorum.
Siyonistler, güvenli bölgeye gidin diye öldüre öldüre sürdüğü Filistinli Müslümanları bu sefer de Refah bölgesinde sığındıkları BM çadırlarında vurmuş. Uçaklarla. Tonluk bombalarla. Ölü sayısı belli değil.
İsrail Savunma Bakanlığı açıklama yapıyor: Hamas’ı vurduk. Galiba sivillerden de yaralananlar varmış, araştırıyoruz. Orospu çocukları!
Alevler arasında yanıp kaskatı kesilmiş cesetler. Parça parça toplanan bebekler, çocuklar.
Refah’ın yanı başı Mısır. “Dünyanın annesiyiz” diye aptalca böbürlenen Mısır’ın yöneticilerinden ses yok.
Mısır halkı sokaklarda. Önlerindeki darbeci kuklalar olmasa Refah kapısından girip katil siyonistleri tarihin en aşağılık çukurlarına gömecek güçte ve öfkedeler. Mısır halkını asla hafife almayın!
“Sancak düştüğü yerden kalkacak” diyen Anadolu’ya çağrı yapıyor Filistinli direnişçiler: “Bir şey yapın!”
Devletin “islamcı” diye kategorize ettiği sivil toplum örgütleri açık çağrı yapıyor sosyal medyada, ABD elçiliklerine, konsolosluklara ve İncirlik üssüne toplanıyor millet. Yöneticilerden henüz ses yok.
Yarın İslam ülkeleri bilmem nesi zoom üzerinden toplanıp bari “çok sert kınasa”.
Diğer ülkelerde durum ne bilmiyorum şu an için. Ben bunları yazarken saat 02.35.
Fotoğraf aynıdır. Kimisinin dili, kimisinin gözü ama hepsinin eli bağlı yöneticiler.
Öfkeli, bıkkın, umutsuz, çaresizliğe alıştırılmış, sabah kalkıp kendi mücadelesine devam etmek zorunda, tam anlamıyla katillerle olan alışverişini kesememiş, bir bedenin uzvu olmaktan çok çok uzakta halklar. İslam milleti. Biz.
Biz de çıktık çok kez sokağa. Gece, gündüz farketmedi.
Lefkoşa’daki İngiliz konsolosluğunun önüne dahi gittik gece yarısı, ki bu çok alışılmış bir şey değildir.
Bir ayrılıkçı hisle değil, anlaşılması için söylüyorum “bizim mahallede” yani Kıbrıs’ın kuzeyinde Müslüman olarak yaşamaya çalışan; namaz kılmaya ve devam etmeye çalışan, harama bakmamaya ve bulaşmamaya çalışan, hülasa birçok şeyi yapıp birçok şeyi yapmamaya çalışan, ilahi sınırları hatrında tutup uymaya çalışan bizlerin sırtında Filistin’i görmek, duymak ve duyurmak.
Tabi, protesto kültürü bizden fazlaca gelişmiş ve oturmuş olan bazı “sol” organizasyonların muhtemelen bizimkilerden çok daha fazla ses getiren tepki ve eylemlerini de söylemek gerekiyor.
İçlerinde çok arkadaşım var. Samimi olduklarını biliyorum. Bu onlar için değil benim için önemli. Filistin direnişinin sol hareketlerden Hamas’a; İslami harekete geçmesinden kaynaklanan mesafe ve travmalarını 7 Ekim’den bu yana atmaya başladılar.
Güney Kıbrıs’taki İngiliz üslerinin önüne eyleme giden arkadaşlara gıpta etmiştim!
Bitmek bilmeyen 1. Dünya Savaşı’nda ne çok perdeler açılıp kapandı. Ne çok insani, siyasi, askeri, diplomatik, ekonomik krizler yaşandı. Bitti. Sonra şekil ve şiddet değiştirerek tekrarları oldu. Yıl 2024 ve 1. Dünya Savaşı bitmiş değil. Benim neslim, benden önceki nesil ve ondan öncekiler. Yüz yılı aşan cinnet hali. Binler, milyonlar katledildi. Sürüldü. Düşündükçe, okudukça çıldıracak gibi oluyorum. En başta, içine düştüğümüz acziyet dişlerimi gıcırdatıyor öfkeden.
Şekli ve şiddeti değişmeyen sadece Filistin.
Irak’ın Kuveyt’i işgalinde Saddam’a verdiği destekten dolayı Arap ülkeleri tarafından cezalandırılan Arafat’ın toplantı salonunu terk ettiği yerde Denktaş’ın Arap liderlerin gözlerinin içine baka baka haykırdığı mücadelesi dahi değişmedi.
O gerçeklik sayesinde bugün Lefkoşa’da benim şehre dair en büyük derdim sivrisinekler.
O bombalar bu gece de benim evime düşer mi diye kaygılanmıyorum.
Halbuki bundan 60 yıl önce o kaygı, Lefkoşa’nın yaz gecelerinde sivrisinekleri unutturuyordu.
KKTC’nin bir devlet olarak Siyonist İsrail’e, işgal ve katliamlarını bitirmesi yönünde çağrı yapması evet mümkün değil. Evet biliyorum Sanayii Devrimi ve Fransız İhtilali zihnimin içindeki ütopyaları yıkalı çok oldu. Evet biliyorum ulus devletler olarak yaşıyoruz. Evet biliyorum bugün aslında Filistin’de kendi soydaşlarının yaşadıklarına dahi kayıtsız kalan Mahmud Abbas’ın Rum ve Yunan ile yakınlığı ve yaptığı anlaşmalardan dolayı “Filistinliler haindir” ezberiyle yaşamalıyım makbul ve makul bir vatandaş sayılmam için ve bir sürü şey sayabilirim sana bilmem gerekenlere dair..
Uyuyamadım ve muhtemelen uyuyamayacağım.
Farkettiysen hiçbir bilgi de içermiyor yazdıklarım. Tamamen rahatlamak için yazdım.
Lefkoşa’dan kalkıp Filistin’e gidip, sivrisineklerden daha tehlikeli düşmanlara karşı mücadele verecek büzzük olmadığı için kimimiz eylemlerde bağırarak, kimimiz de aha böyle laf kalabalığı yaparak rahatlıyor.
Bizim halimiz şuna benziyor:
Canlarına ve hürriyetlerine kasteden Mekkeli putperestlere karşı, Peygamberimiz ve arkadaşları, Bedir ve Uhud’da nefsi müdafaa yapmak yerine Ukaz panayırında çıkıp şiir okusalardı?
Öyle bir örnek yok.
Bedir ve Uhud’da savaştılar ve o dönemin katillerini güçle durdurdular.
Şiir okumadılar veya benim gibi büyük bir kahramanlık gösterip sineklerle mücadele etme pahasına oturup yazı yazmadılar.